Son Dakika
Kağıthane’de şüpheli ölüm; silahla başından vurulmuş halde bulundu
Kağıthane’dekontrolden çıkan panelvan devrildi
Kağıthane’de 18 yaşındaki genç balerin odasında ölü bulundu
Kağıthane’de minibüs park halindeki araca çarptı, 6 yaralı var
Kağıthane’de Elektrikli Araç Kazası
SEYRANTEPE’DE DEHŞET: 2 ÖLÜ, 4 YARALI
Ben eylül doğumluyum. Eylülde doğan kızım olsa adı mutlaka Eylül olurdu. Eylül bana hep hazanı hatırlatır. Bir garip tutkudur eylül… En büyük aşkımı eylül ayında tanımış ve tutulmuştum.1990 yılı idi. Ankara Radyosunda tutkunu olduğum türkülerle uğraşıyor, halk konserleri düzenliyor, çok değerli sanatçı dostlarla bir araya geliyor yapılacakların kritiklerini yapıyorduk. Henüz 20 yaşındaydım. Genç yaşıma rağmen sosyal sorumluluklarımın bilincinde ve Hacettepe Üniversitesinde de öğrenciydim. Ankara Radyosundaki sanatçılarla dostluğumuz iyice ilerlemişti. Sanatçı duyarlılığı, inişli çıkışlı ruh halleri ile henüz yeni yeni tanışıyordum. O dönemde yaşadıklarımdan büyük tecrübeler kazanmıştım, insana dair, yaşama dair, aşka dair… Hepimizin hayatında iz bırakan türküler, şarkılar, ezgiler vardır değil mi?
Benimde vardı. Aydın yöresine ait, Ahmet Yamacı’dan alınan ‘EKLEMEDİR KOCA KONAK’ türküsü.Hiç kimse için değil ya da bir aşk bir sevda uğruna değil yalnızca kendim için çok seviyordum bu türküyü. Dinlerken dahi kendimden geçiyor sanki başka diyarlara gidiyordum. Bu türkünün benim için ne kadar özel olduğunu sürekli dile getirir olmuştum. Bir gün öğleden sonra bir halk konseri için görüşmeye gidilecekti. O arabası ile beni götürmeyi teklif etti. Araba ile giderken ben bağıra bağıra( evet resmen bağıra bağıra) eklemedir koca konak türküsünü söylüyordum. O bir sanatçı ben ise yalnızca türkülere gönül vermiş bağlama çalan birisiydim. Sanatçı olmasına rağmen yüzünde kocaman bir tebessüm ve sabır ile beni dinledi. -Bağırmadan da türkü söyleyebilirsin, çok seviyorsun bu türküyü değil mi? dedi. -Evet, dedim. O kadar çok seviyorum ki bir gün aşık olursam bu türkü ile aşık olayım ne olur, dedim. Hayatımda gördüğüm en güzel gülen adamdı. Güldü; -Peki, dedi… Yalnızca ‘peki’ Ankara’da onur sokak ta oturuyordum. Evimde haftada bir gece türkü gecesi yapardık. Musa Eroğlu başta olmak üzere tüm üstatlar bir araya gelirlerdi. Türkülerle hayat bulurduk. Bu geceler beni yetiştirdi. Şair Şükrü Erbaş şiirleri ile katılırdı. Öyle doyardı ki ruhum, hayatımda hiç bir eksik hissetmezdim. Boşluk kalmazdı hiç. Bugün sahip olduğum donanımın çoğu o günlere aittir. Yolu türküden, sanattan, aşktan, şiirden geçen tüm dostlara minnet ve şükran borçluyum; beni ben yaptıkları için… Günler ilerliyordu. Bir yandan Hacettepe Üniversitesinde derslerimin ağırığı ve yoğunluğu, bir yandan bağlama hocam Bircan PULLUKÇUOĞLU ile geçen derslerim derken günler geçiyordu. Bu yoğunluk arasında yurt dışı seyahatlerim devam ediyor tüm sosyal projelerde yer alıyordum. Bana bir şeyler olmaya başlamıştı. Makyaj sevmezdim ama O’nun olacağı yerlere giderken artık makyaj yapmaya başlamıştım. Aklıma çok sık gelmeye başlamıştı. Ve artık eskisi gibi rahat konuşamıyordum Onunla. Sanki artık kaçıyordum. Bunu fark etmiş olmalı ki; bir gün bana, -Sen iyi misin? Bir sıkıntın falan mı var? Yardım edebileceğim bir şey olursa sakın çekinme, dedi. – Arkadaşımsın çekinmem tabii, ama sıkıntı yok, dedim. Oysa yalan söylüyordum. Çünkü Onunla konuşmaya dahi utanıyordum. Gözlerini bırak yüzüne dahi bakamıyordum.’Ben sana âşık oldum’ demeye asla cesaretim olmayacaktı, biliyordum. Artık O’nun tek bir konserini, solosunu, ekstrasını kaçırmaz olmuştum. Bir şekilde bir bahane bulup mutlaka izliyor, orada oluyordum. Sesi çok mu muhteşemdi yoksa ben aşık olduğum için mi bana öyle geliyordu bilmiyorum. O sahnedeyken dünya duruyordu benim için. Hele televizyonda o varsa nefes almadan izliyordum. Sessiz aşkımdan haberdar olan hiç kimse yoktu(Aradan geçen 24 yılda da haberdar olan olmadı) 10 Eylül gecesi evde oturuyordum. Gece yarısını çoktan geçmişti. Ertesi gün 11 Eylül doğum günümdü ve tüm dostlar Ankara Dedeman Otelinde bir yemekte buluşacaktık. Birden telefonum çaldı.’Alo’ dedim, bir kaç kez. Lakin ses yoktu. Birden hayatımın mucizesi gerçekleşti. Telefonda bir bağlama sesi en sevdiğim türküyü çalıyordu. Yalnızca enstrümantel çalacak diye tebessümle dinlerken birden türküyü okumaya başladı: Eklemedir koca konak ekleme aman aman Nazlı da yârim yine yine geldi aklıma Nasıl edeyim başımdaki sevdaya aman aman Aman aman dostlar yoldan geldim yorgunum Orta da boylu bir güzele vurgunum Bizim bağa giderken serhaya Çektiler kolumdan da beni tenhaya Nasıl edeyim başımdaki sevdaya Aman aman dostlar kabir bile dar gelir Bu gençlikte ölüm bile bana zor gelir… Türküyü söyleyen O’ydu. Benim aklım başımdan gitmişti. Teşekkür etmek istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Konuşmak istiyordum ama konuşamıyordum. O’da hiç bir şey demedi, tek kelime konuşmadı ve telefonu kapattı. Sabaha kadar telefon elimde ve açık vaziyette öyle kaldım. O an yaşadıklarımı anlatabilecek kadar güçlü değil kalemim. Tek bildiğim; zamanın durduğu, bir sesin beni benden alıp götürdüğü, aşkı iliklerime kadar yaşattığı idi. Ne o andan önce ne o andan sonra bir daha o kadar güzel bir doğum günü hediyesi almadım. Ve bir daha da hayatım boyunca doğum günümü kutlamadım. Bir daha O’nun la ne o geceyi ne o geceden sonrasını konuşmadık. Toplantılarda, konserlerde karşılaştıkça selamlaştık o kadar. Hiç ele ele tutuşamadık, hiç aynı sabaha uyanmadık, hiç aynı filmi izlemedik, hiç birbirimize aşk sözleri söylemedik. Eylül’ün hazan mevsimindeki gazeller gibi dağıldık gitti. Ama ben unutmadım, unutamadım. Yaşanmadığı için bu kadar duru, bu kadar taze kaldı biliyorum. Yolu hep açık olsun…
Eylül hazandır. Ve her hazan biraz sarıdır, biraz ayrılıktır. Aşk ile eyvallah…
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
05 Kasım 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları
21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları