logo

BANA DOKUNMAYIN…

Derya Deniz Dinç

Derya Deniz Dinç
ddinc@windowslive.com


BANA DOKUNMAYIN…

İlkokul 3. Sınıfa gidiyordum. Yaş olarak akranlarımdan küçüktüm zira erken yaşta başlamıştım okula. Akrabalarımızın yanına gidiyorduk köye sıkça. Artık orada da arkadaşlarım olmuştu. Dut ağaçlarını hiç unutamıyorum. Hele berrak suyu ile akan cılız derenin buz gibi suyunda oynadığımız anlarımı… Banyoların ortak yapıldığı köyün hemen dışındaki hamama benzer adını bilmediğim o yeri, hemen yanında çamaşırların tokmakla dövülerek yıkandığı dere kenarını unutamıyorum. Bütün çocuklar bir araya gelir, tarlalardan domates toplar. Ellerimizde bir parça bazlama ile tadından doyulmaz ziyafetler çekerdik kendimize. Harikaydı her şey çünkü masumiyetimizi kaybetmemiştik. İşte tam da bu sebeple özleriz çocukluğumuzu. Çünkü masumuzdur…

Sanırım konserve zamanıydı. Halk Eğitim Merkezlerinden kadınlar gelir, köydekilere konserve yapmayı öğretirlerdi. Bu nedenle bu sefer ki köy ziyaretimiz biraz daha uzun sürecekti. Ben kendi adıma çok mutluydum. Sabah yer yatağından fırladığım gibi dere kenarına arkadaşlarımla buluşmaya gidiyor, akşam karanlık basmadan eve vardığımızda bazen yemek sofrasında uyuyakalıyordum. O sabah dere kenarında ağaçların arkasında Fatma’nın gizlendiğini gördüm. Ben çok iyi arkadaş olduğum Fatma’ya doğru koşarken yanımdaki diğer arkadaşlarım bana engel oldular. İçlerinden birisi:

-Dur Deniz! O artık kirlendi bizle oynayamaz, dedi.

Şaşırdım, bana şaka yapıyorlar sandım:

-Tamam, kirlendiyse yıkayalım derede, dedim.

-Öyle değil şapşal, babaannen seni bekliyor hadi, dediler sert bir şekilde.

Fatma’ya baktım, gizleniyordu hala ağacın arkasında. Elimi salladım O’na, O ise sadece elleri ile ağzını kapatıp ağlıyordu. Tüm tadım tuzum kaçmıştı. ‘Ben oynamıyorum’ diyerek koşmaya başladım. Köye vardığımda nefes nefese kalmıştım. Babaannem kadınlarla avluda konserve kaynatıyordu. Halimi görünce anladı sanırım bir şeyler olduğunu:

-Ne oldu kurban olduğum, dedi

-Babaanne, Fatma kirlenmiş, derede yıkatmadılar bana, oynamadım ben de onlarla. Fatma’yı yıkarmısınn’olursun, dedim.

Babaannem olanı biteni anlamıştı. Ben ise 8-9 yaşın verdiği saflık ile hiçbir şey anlamamıştım. Köyde kaldığımız 15 gün boyunca bir daha Fatma’yı hiç görmedim. Bir daha ki sene köye gidişimiz de ise artık Fatma köyde yoktu. Sordum babaanneme yine geçiştirdi. Unuttum ben de, çocukluk işte. Aradan 4 sene geçmişti. Bir gün babaannem köyde cenaze var gitmeliyim dedi ve gitti. Geldiğinde ise komşumuza anlattığı hikâye kanımı dondurdu. Biliyordum ki yaşadığım sürece asla unutmayacaktım duyduklarımı. Günlerce ağladım, günlerce huzurlu uyuyamadım, korktum, tiksindim, öfkelendim. Ama ben yalnızca çocuktum gücüm yetmezdi hiçbir şeyi değiştirmeye.

 Fatma 11 yaşındaydı henüz. Köye çoban olarak kiralanan bir adam Fatma’ya tecavüz etmişti. Yakalanmış, suçunu itiraf ederek tutuklanmıştı. Fatma ise uzun tedavilerden sonra köye ailesine geri getirilmişti. Lakin ne yazık ki; köyde herkes dışlamıştı aileyi de, kızını da. Babası çaresiz şehire gitmek istemiş, iş bulamayınca geri dönmüş. Karşı köylerden birinde 6 çocuklu bir adamın karısı ölünce Fatma’yı o adamla evlendirmişler. Küçücük elleri ile babasından bile yaşça büyük adama kadınlık yapmak zorunda kalan, kendi çocuk iken 6 çocuğa bakmaya çalışan Fatma hiçbir günahı yokken çilesini dolduruyormuş. Kendinden evvel namı da gelin gittiği köye gidince herkes kötü gözle bakarmış, kimse konuşmazmış Fatma ile vebalı gibi…Dünyada ki en sağır edici ses; acı çeken bir mazlumun suskunluğudur, diyor Hz. Ali.. Dayanamamış küçücük yüreği ve kendini asmış Fatma. Ve Fatma 15 yaşında toprağa verildi. Ben ise dere kenarında ağacın arkasına saklanıp oyun oynayan arkadaşlarını gizlice seyreden Fatma’yı 40 senedir hiç unutmadım.

Yıllar sonra büyüdüm, okudum, cahilliklerimle hala boğuşmaktayım. Şimdilerde sık sık çocuklara taciz haberleri yayılmakta. Dinlerken bile kanımız donuyor hepimizin. Peki, o çocuğun ailesi ne yapıyor acaba? Koklamaya doyamadıkları, her türlü kötülükten korumaya çalıştıkları minnacık körpe evlatlarını bu kadar acımasızca kaybettikten sonra bir daha hayatları eskisi gibi olabilir mi? Bir kez daha yaşamlar boyunca içten bir gülüş ile gülebilirler mi?

İletişim çağındayız. Herkesin elinin altında internet var. Her haber, her söz anında herkesin dilinde… İşte dünya tamda böyle küçük bir köy oldu. Kilometrelerin uzaklıkların hiçbir anlamı kalmadı. Duyuyoruz, görüyoruz, okuyoruz. Kavramlar birbirlerine karıştı.

Rızasız bahçenin gülü derilir mi? İzniniz olmadan bir şeye zorlanmanız insanlık vahşetidir. Tecavüz ise bunların en acısıdır. Her kadın bunu çok iyi anlar. Ama nedense bizim memleket gibi bedevi kültürün hüküm sürdüğü coğrafyalarda tecavüz sonrası; kör mü gözü kırıtmasaydı, aklını başına alsaydı da o saatte dışarı çıkmasaydı, tahrik edici giyinmeseydi gibi birçok sebepler bizzat kadınlar tarafından söylenmektedir. Peki, henüz 6-7 yaşındaki çocuk ne ister acaba? Neye kırıtır, ne ister bileniniz var mı? Ben söyleyeyim, oyuncak ister, şeker yemek ister, uyumak ister, boya kalemlerini ister. Ama asla bedenine anlamını bilmediği şekilde dokunulmasını istemez. Fiziken, ruhen sosyal açıdan hazır değildir buna. Acı çeker, ölür ya da öldürülür.

Kendi kız çocuğunu baba öpmemelidir şehvet uyandırabilir diyen, öz annesinin dizinden tahrik olup olunmayacağını tartışan, kayınbirader ve kayınpeder ile asla aynı yerde bulunulmaması gerektiğini söyleyen adına da din adamı dedikleri soytarılar var. Bu dedikleriniz toplumun bir kesiminde son derece yanlış algılanıyor. Farklı ve geri dönüşü olmayan olaylara sebebiyet veriyor. Hiç mi vicdanınız sızlamıyor? Pisliğin üstü örtülmez, pislik temizlenir. Eğer kendi kız evladını öperken tahrik oluyorsa o adama kızına yaklaşmayı yasaklamak değil, tıbben tedavi olmayı önermek en doğrusudur.

Bu artık toplumsal bir sorundur. Madem herkes her şeyi biliyor ve duyuyor; toplumsal önlemler alınmalıdır. Çocuklarda ailelerde ayrı ayrı eğitilmelidir. 21. Yüzyıldayız ve bu insanlık ayıbı yakışmıyor kimselere. O sessiz çığlıkları duyun!!! Diyorlar ki; DOKUNMAYIN BANA; BEN YALNIZCA BİR ÇOCUĞUM…

Aşk ile eyvallah…

Paylaşın:
#

SENDE YORUM YAZ

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • SÖMÜRGECİLER VE OKULLARI-II

    05 Kasım 2024 Köşe Yazıları

    (Yabancı Okullar Meselesi) Bir önceki yazımızda, Cumhuriyet Dönemine kadar geçen süreçte yabancı okullar meselesini ele almıştık. Bu yazımızda ise Cumhuriyetin ilanından sonraki süreci ele alacağız. Özetlemek gerekirse Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı okullar ile tanışması 16. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın sağladığı fırsatları kullanan misyonerlerin gayreti ile sayıları bu okullarınhızla sayıları artmıştır. Örneğin 1908 yılında Osmanlı’nın sadece taşra vilayetlerinde, 2.948 Gayrimüslimve 297 Ecne...
  • SÖMÜRGECİLER VE OKULLARI

    29 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    (Yabancı Okullar Meselesi) “İnsan insanın kurdudur.” anlayışını rehber edinmiş sözde medeni ülkeler için sömürgecilik, önemli bir geçim kaynağıdır. Tarihin bize öğrettiği en önemli gerçek ise ekonomik değeri olan her şeyin sömürgecilerin ilgi alanı içerisinde olmasıdır.Ancak sömürgeciliği sadece ekonomik alan ile sınırlamak fazla safdillik olur. Sömürgecilerin askeri ve ekonomik güçlerini devam ettirebilmelerinde “böl, parçala, yut” taktiğinin yeri yadsınamaz. Bir ülkenin içindeki farklılıkları derinleştirmenin en kesin yolu eğitim ve kü...
  • İKİ EFENDİYE KULLUK EDEMEZSİNİZ

    29 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    Zamansız gelme ve zamansız gitmeler her zaman insanoğlunu üzer. Dünya gelmelerle, gitmelerle dolup boşalıyor. Tüm canlılar doğuyor, gelişiyor büyüyüp sonra da ölüyor. Kural ve kaide Allah tarafından böyle koyulmuş. İnsanlık topraktan geldiği için tekrar toprağa dönerek geldiği yerde eşitleniyor. Lakin servet yığma hayallerine kapılıp ömrümüzü tüketiyoruz. Mallardan , evlatlardan, makamlardan vazgeçemiyoruz. Hangi İlah’a taptığımız belli olmuyor… Sonunu bildiğimiz filmin senaryosunda figüran rolleri almaya devam ederken hırsla...
  • KÂĞITHANE’DE YÜZ BİNLERCE VATANDAŞ GİRESUN’UN KÜLTÜRÜYLE BULUŞTU

    21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları

    17-20 Ekim tarihleri arasında Kâğıthane Hasbahçe’de gerçekleştirilen 17. Giresun Tanıtım Günleri büyük bir katılımla sona erdi. Giresun’un kültürel zenginliklerinin ve yöresel lezzetlerinin tanıtıldığı etkinliklere İstanbul’da yaşayan Giresunlular başta olmak üzere birçok vatandaş büyük ilgi gösterdi. Dört gün süren etkinlik boyunca Giresun’un geleneksel halk oyunları, Karadeniz müziği ve yerel mutfağı katılımcılarla buluştu. Giresun yaylalarında yetişen doğal ürünlerin sergilendiği etkinlikte el emeği göz nuru ürünler de büyük beğeni t...