Son Dakika
-Bu kaos amerikayı nereye götürür?
-Bu gidiş süper gücün sonunu getirir mi?
-Bu Trump karşıtlığı Amerikayı böler mi?
-Bu kargaşada Amerikan halkı ne yapar?
-Bir ırk olmayan Amerika çıkarlar birliği doğrultusunda bir araya gelen bu insanlar topluluğu ne kadar dayanabilir?
-Gerçek Amerikan halkı olan yerliler Trump la birlikte tekrar geri döner mi?
-Dünyadaki Trump karşıtı eylemlerin sebepleri ne olabilir acaba?
Amerika Birleşik Devletleri (ABD); İngiliz koloniliğinden kurtulduktan beri, doğrusal bir gelişim seyri izleyip sömürgeciliğin acı tecrübelerinden akılcı bir şekilde istifade eden nadir bir ülke olduğunu ispatlamıştır. ABD; içerisine sürüklenmiş olduğu iç savaş (1861-65) döneminde de aynı başarıyı gösterdi ve sömürgeci Avrupalıları olayın dışında tutarak daha güçlü bir şekilde iç siyasi birliğini sağlamayı başardı.
Ayrıca ABD; iktisadi yönden de Avrupalıların emek, tecrübe, kaynak ve pazarından olağanüstü derecede başarılı bir şekilde faydalanarak beklentilerin ötesinde sıçrayışlara imza atmıştı. Öyle ki ABD; coğrafi konumu, sunduğu fırsatları ve idari sistemin de etkisiyle, neredeyse Avrupa’nın dinamik yapılı hayalci, maceracı, idealist, coşkulu ve gözü pek insanlarının önemli bir kısmını kendisine çekerek Avrupa’nın iktisadi, sosyal, kültürel ve askeri birikimlerinin tümünden en etkin, verimli ve kapsamlı bir şekilde faydalanma uyanıklığını da gösterdi.
Diğer yandan ABD; sanayi çağının Avrupa ülkeleri arasında getirdiği korkunç iktisadi, siyasi ve sosyal rekabet ortamında coğrafi uzaklığın vermiş olduğu avantajları da çok iyi kullandı ve birbirlerine düşerek büyük savaşlara sürüklenen Avrupalı güçlerin birbirlerini yıpratmalarından sonra sürpriz bir şekilde dünya siyaset ve ekonomi piyasasının sözü dinlenir güçleri arasına girdi. Hemen arkasından ABD; birinci dünya savaşının korkunç yıkım, yıpratış ve güçten düşürücü etkisine rağmen hala daha kendi aralarında hesaplaşarak öne çıkma sevdasına kapılan Avrupa ülkelerinin ikinci bir büyük savaşın içerisine sürüklenmelerinden sonra ise küresel başat iki aktörden biri, hatta birincisi olarak ortaya çıkmayı başarmıştı.
Böylesi yerel, bölgesel ve elbette ki küresel başarılara dayalı bir siyasi güç olmasına rağmen ABD; ikinci dünya savaşı (1939-1945) sonrasında dünyaya yön vermeye başlayan iki güçten birincisi olduğu dönemde bile, nedense “önceki efendisi” İngiltere’nin “siyasi kalvuzluğuna” muhtaç olmaktan bir türlü kurtulamamıştır. Daha ilginci de ABD; soğuk savaşın bittiği (1989), Sovyetler Birliği (SSCB)’nin dağıldığı (1991) ve dolayısıyla küresel sistemin baskın gücü olduğu dönemde bile İngiltere’nin “akıl hocalığına” muhtaç olmaktan kurtulamamıştır.
Dolayısıyla ABD; “1- Kolonileşme dönemi (1493-1775); 2- Bağımsızlık Savaşı dönemi (1775–1783); 3- Batıya genişleme dönemi (1789–1849); 4- İç savaş dönemi (1861-1865); 5- Dünya savaşları dönemi (1914-1945); 6- Soğuk Savaş dönemi (1945-1990); 7- Terörizmle Savaş dönemi (2001-)” (Kaynak: tr.wikipedia.org/wiki/ABD_tarihi) gibi sürekli doğrusal yükseliş seyri takip eden başarılarına rağmen, “koloni kompleksi” hastalığından kurtulamamış ve her ne kadar görüntüde bağımsız bir şekilde ilerleyişini sürdürmüşse de, gerçekte İngiltere’nin derin aklına bağımlılıktan kurtulamamıştır.
Dolayısıyla, bugün itibariyle ABD; bilişim çağının getirdiği yeni büyük güçler karşısında da üstünlüğünü sürdürebilmek için, özellikle son çeyrek asırdan beri göstermiş olduğu tüm çabalara ve hatta yükselişinin temelindeki “demokratik ve özgürlükçü ilkeleri” bile daha belirgin bir biçimde terk edip “sert yıkıcı-sömürgeci” ruha bürünerek hareket etmeye evrilmesine rağmen, “İngiltere’nin efendiliğine” bir şekilde tam bir tavır koyamadığından dolayı, her büyük gücün nihayetinde maruz kaldığı “zayıflayarak tarih sahnesinden silinme” kaderine doğru daha hizli ve çabuk bir şekilde sürüklenmeye devam etmektedir.
Elbette sömürgecilik, emperyalizm ve devrimler deneyimine sahip İngiltere özelinde tüm Avrupa’nın bu husustaki profesyonelliği dikkate alındığında; hem süper güce ulaşmış olsa da İngiltere’nin kıvraklığının cazibesine teslim oluşu nedeniyle ABD’nin hiçbir şekilde kınanmaması, hem de her hangi güç olursa olsun Avrupalılarla ilişki içerisine girerken olabildiğince dikkatli olması gerektiği çok iyi anlaşılmaktadır. Bu arada Türkiye-AB ilişkilerine de bu çerçevede bakmakta fayda olduğuna inanıyorum.
İşte, her ne kadar küresel sistemin kendisine mecbur kaldığı “başat aktör” konumunda olsa da ABD; çok yönlü ve kompleks yapılı dünya siyasetine yön verebilecek “derin ve vizyoner siyasi akla” sahip olamaması ya da en azından “eski sömürge kompleksinden kaynaklanan eksiklikle” böylesi bir cesaretinin bulunmaması nedeniyle, bir türlü “İngiltere’nin perde gerisindeki desteği olmadan” kendi başına oyun kurma ve oynama becerisini gösterememektedir. Üstelik, Batı sistemi içerisinde iç rekabetin kızışmakta olduğu yeni dönemde de bu zaafiyet, zayıflık ve eksikliği gösteriyor olması nedeniyle Batı ittifakının paramparça olma ihtimali daha belirgin bir hale gelmeye başlamıştır.
Pek tabii olarak ABD; hâlihazırdaki devasa gücüne güvenerek, Avrupa’nın 1945’lerdeki zayıflığın etkisiyle mecbur kaldığı uysallığın devam edeceğini varsayarak ve yeni düşman “radikal İslami terör” kurgusuna odaklanarak, “Batı ittifakı içerisindeki homurdanmalara karşı” dünyanın geri
kalan bölgelerinde uygulamaya başladığı yeni yöntemlerle cevap verip kısa süre zarfında sonuç olacağını zannederek de “küme düşme” yönündeki gerileyişini sürdürmektedir.
Bu noktada, Türkiye için çok büyük fırsatlar doğmuş olmasına rağmen; “ABD nereye gidiyor?!” sorusu sorularak kapsamlı bir stratejik cevap üretilemediğinden dolayıdır ki, hâla daha soğuk savaş dönemine ait ilişki kalıplarından yeterince sıyrılanılamadığı anlaşılmaktadır. Aslında cesaretli davranıp, bir miktarda riske girilip ABD’nin mevcut çırpınışlarına uygun bir vizyon ve eylem planları hazırlayarak, “kazan kazan politikası” anlayışıyla, ABD ile gerçekçi bir ittifak ilişkisi içerisine girilmeye çalışılsaydı, her iki ülke için de müthiş derecede önemli yeni kapılar açılabilirdi.
Gerçekten, gerek Şanghay İşbirliği Örgütü bölgesindeki muhteşem sıçrayışlar, gerek Batılı Ülkeler arasında artık ortaya dökülmüş bulunan korkunç çıkar çatışmaları, gerekse de İslâm ülkelerinin birbirleriyle çatıştırarak küçük parçalara ayırma hamlelerinin Batılı devletlere yönelmiş olması vs dikkate alındığında; Türkiye-ABD ilişkilerinin “asimetrik ilişkiden simetrik ilişkiye evrilme” derecesinde bile olsa, Türkiye’nin gerçekçi müttefikliği, ABD’nin yeniden toparlanabilmesi için kaçınılmaz derecede önem arz etmeye başlamıştır.… “Eşit İlişki” dönemi gelmiştir… Bizden hatırlatması…
Son pişmanlık fayda etmez,acaba Trumpla Amerikanın sonumu geliyor?
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
28 Aralık 2024 Köşe Yazıları
09 Aralık 2024 İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları
05 Kasım 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları