logo

Toprakları İşgal Ettirmeden Algıları İşgal Ettirmeyelim

Cemil Öğütcü

Cemil Öğütcü
cemil@sadabadhaber.com


Bu yüz yılın başında Afrika’nın  nüfusu 3 yüz milyona yakınmış. Hıristiyan nüfusu ise sadece yüzde 3’e tekabül ediyormuş. Bugün Afrika’nın nüfusu 1 milyarı geçmiş durumda. Hıristiyanların oranı ise yüzde 57’ye ulaşmış.

5-10 yıl öncesine kadar Amerika’da her yıl 200 bin insan Müslüman oluyordu. Zenciler, ezilmişler, Hıristiyanlar  İslam’a yönelerek sömürgeyi ve kapitalizmi süratle terk ediyordu. Avrupa’da da benzer bir durum sözkonusuydu. Tıpkı İslam’ın ilk yıllarındaki gibi insanlar sarayları, malikaneleri, değil de Medine’nin kerpiç evlerini tercih ediyor akın akın yokluğa koşuyorlardı. Çünkü güven, eşitlik, istişare, emaneti ehline verme, paylaşım en önemlisi de  Medine’de adalet vardı.  Şimdi Amerika’daki İslam’ı tercih edenlerin sayısı binlerle bile ifade edilmiyor.

 İnsanlar neden Müslüman olur? Yapılan tebliğ ve nutuklarla mı, yoksa yaşanılan hayatla mı? Hz. Peygamberi nutukçu ve söylemci olarak anlatan, o mübarek peygamberi sadece şekil ve ritüellere hapis edenler, kendi çıkarları  için bir  sömürge aracı  olarak kullandıkları bir gerçek. Hz. Peygamberin en büyük vaizi sadece veda hutbesidir. Peygamberliğinin büyük bir bölümünü yaşamıyla örnek olarak  insanlara sunmuştur. Düşünün ki kendi dilini bile zor bilen Araplar, başka milletlere bu dini nasıl anlattılar. Bir başka soru; Arapçayı bilmeyen, Arapların ifadesi ile Mevali toplumu,( Arap Olmayan) diğer toplumlar bu dini nasıl öğrendiler. Bana göre Müslümanların yaşadığı hayatı bire bir görmüşler, bu dinin önderlerinin hayat tarzlarına bakmışlar bir sel gibi İslam’a doğru akmışlardır. Peygamberin sahabesi gittikleri diyar beldelerinde çiçeklere bile bakmazken örnek bir yaşam,  yardımlaşma, kardeşlik ve eşitlik sundukları için bu din çığ gibi büyümüştür. Bu din Kureyş’in en zenginlerinden Hz. Ebubekir ile Kureyş’in en fakiri,  kölesi Hz. Bilal’i eşit hale getirdiği için yeryüzüne yayılmıştır.

Nutukla, söylemle bu işler olmaz. Eğer olsaydı bugünden daha fazla atılan  nutuk yoktur. Yüz binlerce din görevlisi camilerde, mescitlerde, her platformlarda dini nutuklar atmakta, iletişim çağı olan bu çağda tüm kitle iletişim araçları dini argümanlarla kullanılmakta. Yılda 1 ay tüm televizyonlar ünlü ilahiyatçılar tarafından kapatılmaktadır. İslam coğrafyasında en çok satılan ve en çok okunan kitap Kur’an’ı Kerim’dir. Hemen herkesin evinde 3- 5 Kur’an’ı Kerim vardır. Buna  rağmen bu din maalesef  bugün büyüyememektedir. Kaldı ki Kur’an’ın mealini okuyan kaç kişi vardır?  Hal bu iken söylem ile eylem çok farklıdır.

    Bu din; coğrafyamızda tahrif edilerek Monarşik yönetimlerin elinde kullanılan ve iktidar mensuplarını ayakta tutan bir araç olarak kullanılır hale gelmiştir.

Adalet, istişare, paylaşım, kardeşlik,emaneti ehline verme eşitlik  gibi dinin temel prensipleri yaşam şekline sokulmadıktan sonra bu uydurulmuş din cazibe merkezi olmaz. Şekil, ritüel, adam kayırmacılık, torpil, bu dinin ilkeleri haline gelmişse, her şeyi din adına mubah sayan bir anlayış hakim olmuşsa, bu din kimseyi kurtarmaz. Bir de bu dini; algılarla ve yapılan operasyonlarla cellat dini haline getirilmişse; yeni nesiller bu barış dinini  incelemeye bile başvurmazlar.

   Din kardeşliği gitmiş parti kardeşliği gelmiş. Dindar olmanız mühim değil önce partili sonra hemşehri daha sonra mezhebiniz örtüşecek. Doğru ve adil olmanız önemli değil. Şekliniz şemaliniz daha önemli… Ahlaklı, paylaşımcı, yardımlaşıcı olmanız önemli değil, kıldığınız namazla değerlendirilebilirsiniz. Yalancı, dolandırıcı, üç kağıtçı olabilirsiniz, ama sakalınız, 30 santim, sarığınız 1 metre  uzunca da bir entariniz varsa diğerleri hiç önemli değil.

 Konuyu dağıtmayalım; Bu güzel din, tüccarların elinden kurtulmadıkça, aklı terk ederek şekillere ve ritüellere hapis edildikçe, İslam karşıtları, algılarla bu dinin işlevinin sadece cellatlık  olduğunu tüm dünya, insanlığına şırınga eder.

 Hal bu iken şekillere sokulmuş, kasap gibi insanları doğrayan, kılıksız insanların algı figüranlığı için kullanıldıklarını, hemen herkese anlatılmalıdır.

   En büyük görev Başta Diyanet İşleri  Başkanlığı’nındır. Bu diyanet bıraksın artık hac ve umre ticaretlerini … Bütün enerji ve aktivitesini bu yöne harcasın. Gerçek dini anlatsın uydurulmuş dini değil.

Kitle iletişim araçları da kullanılarak özel kamu spotları düzenlenmeli, dinin  tanıtımı için adam gibi milyar dolara varan  bütçeler  ayrılarak kaliteli birkaç filmi çekilmeli  Oskar’a aday haline getirilmelidir. Bu film dünya da gişe rekorları kırmalıdır. Bunun öncülüğünü de Türkiye yapmalıdır. En zayıf olduğumuz nokta burasıdır. Amerikalılar, önce toprakları işgal etmiyor ; önce  algıları işgal ediyor maalesef.

Allah ondan razı olsun bizler hala Kaddafi’nin Müslümanlara hediye ettiği 2 filmle övünüyoruz.

 Sonuç batının bu anti algı operasyonları ile Afrika’yı kaybediyoruz. Ortadoğu’nun mezhep savaşları zaten Müslüman coğrafyasını darmadağın etti. Milyonlar ölürken, milyonlar batıya doğru kaçıyor. Üstelik tüm değerlerini yitirerek. Türkiye’de yozlaşma zirveye çıkarken değer yargıları önemsizleşiyor. Bir milleti ayakta tutan dini ve dilidir. Her ikisinde de müthiş bir kötüye gidiş var. Belki 10 yıl sonra kimse çocuklarının ismini Ahmet, Mehmet, Osman, Ömer, Şaban, Ramazan bile koymayacak. Esnafların, firmaların, şirketlerin isminin değiştiği gibi çocuklarımızın her geçen gün değişen isimleri belki 50 yıl sonra tedavülden kalkacak.

  Tez elden tedbirler alınmalı, Milli Eğitim, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri daha ciddi işlerle uğraşmalıdır.

 Eğer bu topluma önce Ahlak ve maneviyat kazandırılmadıkça, dil ve din birinci meselemiz olmadıkça, sonumuz felaket olacak, yarının nesillerinin  vatan,toprak ve din gibi bir hassasiyeti olmayacak, sadece günübirlik çıkarlar peşinde koşacaktır.

Sonuçta; Toprakları İşgal Ettirmeden Algıları İşgal Ettirmeyelim

Paylaşın:
#

SENDE YORUM YAZ

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • SÖMÜRGECİLER VE OKULLARI-II

    05 Kasım 2024 Köşe Yazıları

    (Yabancı Okullar Meselesi) Bir önceki yazımızda, Cumhuriyet Dönemine kadar geçen süreçte yabancı okullar meselesini ele almıştık. Bu yazımızda ise Cumhuriyetin ilanından sonraki süreci ele alacağız. Özetlemek gerekirse Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı okullar ile tanışması 16. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın sağladığı fırsatları kullanan misyonerlerin gayreti ile sayıları bu okullarınhızla sayıları artmıştır. Örneğin 1908 yılında Osmanlı’nın sadece taşra vilayetlerinde, 2.948 Gayrimüslimve 297 Ecne...
  • SÖMÜRGECİLER VE OKULLARI

    29 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    (Yabancı Okullar Meselesi) “İnsan insanın kurdudur.” anlayışını rehber edinmiş sözde medeni ülkeler için sömürgecilik, önemli bir geçim kaynağıdır. Tarihin bize öğrettiği en önemli gerçek ise ekonomik değeri olan her şeyin sömürgecilerin ilgi alanı içerisinde olmasıdır.Ancak sömürgeciliği sadece ekonomik alan ile sınırlamak fazla safdillik olur. Sömürgecilerin askeri ve ekonomik güçlerini devam ettirebilmelerinde “böl, parçala, yut” taktiğinin yeri yadsınamaz. Bir ülkenin içindeki farklılıkları derinleştirmenin en kesin yolu eğitim ve kü...
  • İKİ EFENDİYE KULLUK EDEMEZSİNİZ

    29 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    Zamansız gelme ve zamansız gitmeler her zaman insanoğlunu üzer. Dünya gelmelerle, gitmelerle dolup boşalıyor. Tüm canlılar doğuyor, gelişiyor büyüyüp sonra da ölüyor. Kural ve kaide Allah tarafından böyle koyulmuş. İnsanlık topraktan geldiği için tekrar toprağa dönerek geldiği yerde eşitleniyor. Lakin servet yığma hayallerine kapılıp ömrümüzü tüketiyoruz. Mallardan , evlatlardan, makamlardan vazgeçemiyoruz. Hangi İlah’a taptığımız belli olmuyor… Sonunu bildiğimiz filmin senaryosunda figüran rolleri almaya devam ederken hırsla...
  • KÂĞITHANE’DE YÜZ BİNLERCE VATANDAŞ GİRESUN’UN KÜLTÜRÜYLE BULUŞTU

    21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları

    17-20 Ekim tarihleri arasında Kâğıthane Hasbahçe’de gerçekleştirilen 17. Giresun Tanıtım Günleri büyük bir katılımla sona erdi. Giresun’un kültürel zenginliklerinin ve yöresel lezzetlerinin tanıtıldığı etkinliklere İstanbul’da yaşayan Giresunlular başta olmak üzere birçok vatandaş büyük ilgi gösterdi. Dört gün süren etkinlik boyunca Giresun’un geleneksel halk oyunları, Karadeniz müziği ve yerel mutfağı katılımcılarla buluştu. Giresun yaylalarında yetişen doğal ürünlerin sergilendiği etkinlikte el emeği göz nuru ürünler de büyük beğeni t...