Son Dakika
Kağıthane’de şüpheli ölüm; silahla başından vurulmuş halde bulundu
Kağıthane’dekontrolden çıkan panelvan devrildi
Kağıthane’de 18 yaşındaki genç balerin odasında ölü bulundu
Kağıthane’de minibüs park halindeki araca çarptı, 6 yaralı var
Kağıthane’de Elektrikli Araç Kazası
SEYRANTEPE’DE DEHŞET: 2 ÖLÜ, 4 YARALI
Ben henüz 12 yaşında bir çocuktum. O gün hayatımın en değerli varlığı anneannem çok durgundu. -Anneanne neden böyle durgunsun? Diye sorduğumda; -Yoruldum kızım, dedi. Şaşırdım. Yorulacağı hiçbir şey yapmamıştı o gün. Hep yanındaydım. Uyandığından beri yalnızca namaz için kalkmıştı oturduğu yerden. Ama yine de ‘yorgunum’ diyordu anneannem.
Aradan 30 sene geçti ve ben henüz şimdi anlıyorum o yorgunluğun ne demek olduğunu. Keşke tecrübeleri, yaşanmışlıkları, hayatın gizemini çözmek için seneler gerekmeseydi. O vakit çok daha çabuk yetişmiş olurduk. Hayat denilen okuldaki öğrenciliğimiz hiçbir zaman bitmiyor. Her birimiz her an bir şeyler öğreniyoruz. Daha büyük yaşlardayım. Üstat Cahit Külebi’nin oğlu Ali Külebi ağabeyim ile yolumuz kesişiyor. Bana babasının bir şiirinden bir dize okuyor sadece. ’Öyle yorgunum ki hiç sorma, beni bir tek sen anlarsın.’ Ve ben yine bugün; üstadın dizesindeki manayı çok daha iyi kavrıyorum. Düşünüyorum da; 2000 yılından beri tek bir kez tatile çıkmamışım. Kendime bu haksızlığı neden yaptım acaba? Sorsanız onlarca sebebim var. Ne yazık ki hiçbir bahane ve sebep zamanı geri getirmeyecek ve yaşanmamışlıkları yerine getirmeyecek. Pişmanlık yürek yüküdür, tıpkı nefret gibi. Keskin hiçbir duygunun yüreği yormasına izin vermemek gerekiyor. Bir yorgunluk bestesi yapabilseydim eğer; her yanı isyan olurdu buram buram. Hüzün olmazdı. Çünkü ben yorgunluğuma kızgınım, üzgün değilim. Yaşımın ilerleyişini yüzüme vuruyor yorgunluğum, hayattaki hatalarımı yanlış manevralarımı hatırlatıyor, yaşanmamışlıklarıma özlemlerimi hissettiriyor, yaşayacaklarıma cesaretimi elimden alıyor.
Ben yorgunluğuma neden kızgınım biliyor musun? Bu denli gerçek olduğu için… Derinden ve büyük inançla yaşamak lazım hayatı… Mutlaka tökezlediğimiz, hatta düştüğümüz, kırıldığımız, gücendiğimiz, sıkıldığımız, yeter dediğimiz anlarımız çok olacak. Ne var ki hayatın manasını başka türlü bulmamız imkânsız. Yaşamak için yaşatmak zorundayız. Bir yorgunluk var üzerimde. Sanki çok kıymetli bir şeyi kaybetmiş gibiyim. Hazan mevsimindeki yaprakların hışırtısı kalbimin sesi ile denk… Çok derin bir nefes almak istiyorum. Bir omuza yaslanıp hıçkırarak ağlamak istiyorum. Bir ormanda tek başıma bir ağacın dibine uzanıp gökyüzünü seyretmek istiyorum. İçimdeki dinmek bilmeyen fırtınadan kurtulup bir limana sığınmak istiyorum.
Başım çok ağrıyor. Yorgunum… Uyumak geliyor içimden. Rüyalar görüp anneme anlatmak ve annemin rüyalarımı yorumlamasını istiyorum. Annemin dizinde yatmak saçlarımı okşamasını hissetmek istiyorum. Ben annemin çocuğuyum, yaşım kaç olursa olsun. Bu şefkati yaşamak istiyorum. Asmen’in benden beklediği sıcacık şefkati Asmen’e veremediğim için kendime çok kızıyorum. Ben bu güzel kıza nasıl anlatacağım, yorgunluğumu… Kürşat diyor ki; -Hayatımdan asla ve asla çıkmamanız gerek hocam. Kaybetmekten korktuğum birkaç insandan birisisiniz. Kürşat’a nasıl izah edeceğim; huzuru arayışımı… Berol; hayatımın içinde tek kıblemin kendisi olmamı bekliyor.
Oğluma nasıl inandıracağım benimde bir hayatım olduğunu ve çok yorulduğumu… Dostlarım kendime zaman ayırmam konusunda ısrar edip duruyor. Dostlarımı nasıl inandıracağım zamanın benim için durduğuna… Hayatımın içerisinde çok kıymet verdiğim bir can vardı, bir zamanlar. Gidene kal demeyi beceremediğimdendir sanırım; gitme kal diyemedim ona da. Ona, gülerek ve çok sık söylediğim bir söz vardı: -Benim çok acelem var, ondan bu telaşım…
Herkes ne yaşadığını kendisi bilir. Değerlendirirken bir insanı mutlaka o an ile değil; o ana gelişi ile değerlendirmek gerekiyor. Her birimiz kendi adımıza üstümüze düşeni yaşıyoruz, yaşamaktayız. Kimi zaman acıtsa da canımızı, kimi zaman çok zor gelse de, kimi zaman yeter deyip isyan ettiğimiz olsa da yaşıyoruz. Çok büyük darbeler alan insanlarda en sık görülen sendrom; panik ataktır. Hayatı hep olumsuzlukları ile gördüklerindendir ki; olumlu düşünme yetileri azalmış ya da kaybolmuştur. Her panik atak ta bunu iliklerime kadar hissederim ve yaşayanı sarıp sarmalarım…
Geçenlerde Züleyha’ya direksiyon dersi vermek için arabayla gezdik. Bir ormana gittik. O kadar çok kuş sesi vardı ki; arabadan indim, yürümeye başladım. Issız ormanın kokusu ve gizemi beni kendisine çekiyordu. Bir türlü gitmek istemedim. Yeşilin tonlarını ne kadar sevdiğimi fark ettim. Resim çizebilseydim; huzurun resmi diye bu tabloyu resmederdim. Yorgunum. Çalacağım bir avuç mutluluk ve alacağım bir nefes huzur için sanki gücüm kalmamış gibi. Ellerini uzat bana ve tut ellerimi. Öyle ihtiyacım var ki… Kime mi? Bunu bende bilmiyorum. Sanırım yalnızca kendime…
Aşk ile eyvallah
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
05 Kasım 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları
21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları