logo

YORGUNUM…

Derya Deniz Dinç

Derya Deniz Dinç
ddinc@windowslive.com

Ben henüz 12 yaşında bir çocuktum. O gün hayatımın en değerli varlığı anneannem çok durgundu. -Anneanne neden böyle durgunsun? Diye sorduğumda; -Yoruldum kızım, dedi. Şaşırdım. Yorulacağı hiçbir şey yapmamıştı o gün. Hep yanındaydım. Uyandığından beri yalnızca namaz için kalkmıştı oturduğu yerden. Ama yine de ‘yorgunum’ diyordu anneannem.

    Aradan 30 sene geçti ve ben henüz şimdi anlıyorum o yorgunluğun ne demek olduğunu. Keşke tecrübeleri, yaşanmışlıkları, hayatın gizemini çözmek için seneler gerekmeseydi. O vakit çok daha çabuk yetişmiş olurduk. Hayat denilen okuldaki öğrenciliğimiz hiçbir zaman bitmiyor. Her birimiz her an bir şeyler öğreniyoruz. Daha büyük yaşlardayım. Üstat Cahit Külebi’nin oğlu Ali Külebi ağabeyim ile yolumuz kesişiyor. Bana babasının bir şiirinden bir dize okuyor sadece. ’Öyle yorgunum ki hiç sorma, beni bir tek sen anlarsın.’ Ve ben yine bugün; üstadın dizesindeki manayı çok daha iyi kavrıyorum. Düşünüyorum da; 2000 yılından beri tek bir kez tatile çıkmamışım. Kendime bu haksızlığı neden yaptım acaba? Sorsanız onlarca sebebim var. Ne yazık ki hiçbir bahane ve sebep zamanı geri getirmeyecek ve yaşanmamışlıkları yerine getirmeyecek. Pişmanlık yürek yüküdür, tıpkı nefret gibi. Keskin hiçbir duygunun yüreği yormasına izin vermemek gerekiyor. Bir yorgunluk bestesi yapabilseydim eğer; her yanı isyan olurdu buram buram. Hüzün olmazdı. Çünkü ben yorgunluğuma kızgınım, üzgün değilim. Yaşımın ilerleyişini yüzüme vuruyor yorgunluğum, hayattaki hatalarımı yanlış manevralarımı hatırlatıyor, yaşanmamışlıklarıma özlemlerimi hissettiriyor, yaşayacaklarıma cesaretimi elimden alıyor.

     Ben yorgunluğuma neden kızgınım biliyor musun? Bu denli gerçek olduğu için… Derinden ve büyük inançla yaşamak lazım hayatı… Mutlaka tökezlediğimiz, hatta düştüğümüz, kırıldığımız, gücendiğimiz, sıkıldığımız, yeter dediğimiz anlarımız çok olacak. Ne var ki hayatın manasını başka türlü bulmamız imkânsız. Yaşamak için yaşatmak zorundayız. Bir yorgunluk var üzerimde. Sanki çok kıymetli bir şeyi kaybetmiş gibiyim. Hazan mevsimindeki yaprakların hışırtısı kalbimin sesi ile denk… Çok derin bir nefes almak istiyorum. Bir omuza yaslanıp hıçkırarak ağlamak istiyorum. Bir ormanda tek başıma bir ağacın dibine uzanıp gökyüzünü seyretmek istiyorum. İçimdeki dinmek bilmeyen fırtınadan kurtulup bir limana sığınmak istiyorum.

    Başım çok ağrıyor. Yorgunum… Uyumak geliyor içimden. Rüyalar görüp anneme anlatmak ve annemin rüyalarımı yorumlamasını istiyorum. Annemin dizinde yatmak saçlarımı okşamasını hissetmek istiyorum. Ben annemin çocuğuyum, yaşım kaç olursa olsun. Bu şefkati yaşamak istiyorum. Asmen’in benden beklediği sıcacık şefkati Asmen’e veremediğim için kendime çok kızıyorum. Ben bu güzel kıza nasıl anlatacağım, yorgunluğumu… Kürşat diyor ki; -Hayatımdan asla ve asla çıkmamanız gerek hocam. Kaybetmekten korktuğum birkaç insandan birisisiniz. Kürşat’a nasıl izah edeceğim; huzuru arayışımı… Berol; hayatımın içinde tek kıblemin kendisi olmamı bekliyor.

 Oğluma nasıl inandıracağım benimde bir hayatım olduğunu ve çok yorulduğumu… Dostlarım kendime zaman ayırmam konusunda ısrar edip duruyor. Dostlarımı nasıl inandıracağım zamanın benim için durduğuna… Hayatımın içerisinde çok kıymet verdiğim bir can vardı, bir zamanlar. Gidene kal demeyi beceremediğimdendir sanırım; gitme kal diyemedim ona da. Ona, gülerek ve çok sık söylediğim bir söz vardı: -Benim çok acelem var, ondan bu telaşım…

   Herkes ne yaşadığını kendisi bilir. Değerlendirirken bir insanı mutlaka o an ile değil; o ana gelişi ile değerlendirmek gerekiyor. Her birimiz kendi adımıza üstümüze düşeni yaşıyoruz, yaşamaktayız. Kimi zaman acıtsa da canımızı, kimi zaman çok zor gelse de, kimi zaman yeter deyip isyan ettiğimiz olsa da yaşıyoruz. Çok büyük darbeler alan insanlarda en sık görülen sendrom; panik ataktır. Hayatı hep olumsuzlukları ile gördüklerindendir ki; olumlu düşünme yetileri azalmış ya da kaybolmuştur. Her panik atak ta bunu iliklerime kadar hissederim ve yaşayanı sarıp sarmalarım…  

Geçenlerde Züleyha’ya direksiyon dersi vermek için arabayla gezdik. Bir ormana gittik. O kadar çok kuş sesi vardı ki; arabadan indim, yürümeye başladım. Issız ormanın kokusu ve gizemi beni kendisine çekiyordu. Bir türlü gitmek istemedim. Yeşilin tonlarını ne kadar sevdiğimi fark ettim. Resim çizebilseydim; huzurun resmi diye bu tabloyu resmederdim. Yorgunum. Çalacağım bir avuç mutluluk ve alacağım bir nefes huzur için sanki gücüm kalmamış gibi. Ellerini uzat bana ve tut ellerimi. Öyle ihtiyacım var ki… Kime mi? Bunu bende bilmiyorum. Sanırım yalnızca kendime…

 Aşk ile eyvallah

Paylaşın:
#

SENDE YORUM YAZ

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • SÖMÜRGECİLER VE OKULLARI-II

    05 Kasım 2024 Köşe Yazıları

    (Yabancı Okullar Meselesi) Bir önceki yazımızda, Cumhuriyet Dönemine kadar geçen süreçte yabancı okullar meselesini ele almıştık. Bu yazımızda ise Cumhuriyetin ilanından sonraki süreci ele alacağız. Özetlemek gerekirse Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı okullar ile tanışması 16. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın sağladığı fırsatları kullanan misyonerlerin gayreti ile sayıları bu okullarınhızla sayıları artmıştır. Örneğin 1908 yılında Osmanlı’nın sadece taşra vilayetlerinde, 2.948 Gayrimüslimve 297 Ecne...
  • SÖMÜRGECİLER VE OKULLARI

    29 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    (Yabancı Okullar Meselesi) “İnsan insanın kurdudur.” anlayışını rehber edinmiş sözde medeni ülkeler için sömürgecilik, önemli bir geçim kaynağıdır. Tarihin bize öğrettiği en önemli gerçek ise ekonomik değeri olan her şeyin sömürgecilerin ilgi alanı içerisinde olmasıdır.Ancak sömürgeciliği sadece ekonomik alan ile sınırlamak fazla safdillik olur. Sömürgecilerin askeri ve ekonomik güçlerini devam ettirebilmelerinde “böl, parçala, yut” taktiğinin yeri yadsınamaz. Bir ülkenin içindeki farklılıkları derinleştirmenin en kesin yolu eğitim ve kü...
  • İKİ EFENDİYE KULLUK EDEMEZSİNİZ

    29 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    Zamansız gelme ve zamansız gitmeler her zaman insanoğlunu üzer. Dünya gelmelerle, gitmelerle dolup boşalıyor. Tüm canlılar doğuyor, gelişiyor büyüyüp sonra da ölüyor. Kural ve kaide Allah tarafından böyle koyulmuş. İnsanlık topraktan geldiği için tekrar toprağa dönerek geldiği yerde eşitleniyor. Lakin servet yığma hayallerine kapılıp ömrümüzü tüketiyoruz. Mallardan , evlatlardan, makamlardan vazgeçemiyoruz. Hangi İlah’a taptığımız belli olmuyor… Sonunu bildiğimiz filmin senaryosunda figüran rolleri almaya devam ederken hırsla...
  • KÂĞITHANE’DE YÜZ BİNLERCE VATANDAŞ GİRESUN’UN KÜLTÜRÜYLE BULUŞTU

    21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları

    17-20 Ekim tarihleri arasında Kâğıthane Hasbahçe’de gerçekleştirilen 17. Giresun Tanıtım Günleri büyük bir katılımla sona erdi. Giresun’un kültürel zenginliklerinin ve yöresel lezzetlerinin tanıtıldığı etkinliklere İstanbul’da yaşayan Giresunlular başta olmak üzere birçok vatandaş büyük ilgi gösterdi. Dört gün süren etkinlik boyunca Giresun’un geleneksel halk oyunları, Karadeniz müziği ve yerel mutfağı katılımcılarla buluştu. Giresun yaylalarında yetişen doğal ürünlerin sergilendiği etkinlikte el emeği göz nuru ürünler de büyük beğeni t...